Welcome to Our Website

Hablemitoğlu Dosyası: Sedat Peker neden ‘Başıma gelmeyen kalmadı’ diye ifade verdi, soruşturma 13 yıl boyunca nasıl savsaklandı, MİT Hablemitoğlu’nu hangi konuda uyardı?

T24 Ankara Bürosu: Tolga Şardan | Gökçer Tahincioğlu | Asuman Aranca

Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, “Alman Vakıfları / Bergama Dosyası” adlı kitabında da paylaştığı, ulusal çıkarların Bergama’da altın madeni işletilmesini gerektirdiğini savunan görüşleriyle tartışmaların odağına yerleştikten sonra ve Fethullah Gülen cemaatinin devletteki kadrolaşmasına işaret ettiği “Köstebek” adlı kitabı henüz yayımlanmamışken, 48 yaşındayken, 18 Aralık 2022’de Ankara’daki evinin önünde öldürüldü. Cinayete ilişkin yazı dizisinin beşinci bölümünde de çarpıcı bilgiler yer alıyor. Bu bölümde hem açıklamalarıyla gündemi belirleyen organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in anlatımları hem de dosyanın raftan indirilmesinden sonra verilen detayları açığa çıkmamış ifadeler aktarılacak.


Sedat Peker (solda), firar eden eski ÖKK subayı Levent Göktaş için, “Bana para ile ortadan adam kaldırma tekliflerini çekeceğim videolarla konuşacağız” paylaşımı yapmıştı



Sedat Peker anlatıyor

Sedat Peker, Hablemitoğlu cinayeti dosyasının yeniden açılmasından sonra ifadesi alınan isimlerden biriydi ve iddiaları bugünkü gibi çarpıcıydı.

Peker, Ekim 2016’da dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen’in talimatıyla “İstanbul’da bilgisine başvurulan” sıfatıyla ifade verdi. O dönem yayınladığı bir video nedeniyle savcılığa davet edilen Peker, ifadesinde özetle şunları anlattı:

“Ülkücü camianın çok çok değerli isimlerinden Mustafa Ok

 Sedat Peker’in Hablemitoğlu cinayeti ifadesinde adı geçen Olgun Peker (sağda)
‘futbolda şike’ davasının sanıkları arasındaydı

“Öğrendiklerimi Olgun Peker’e anlattım”

Bu görüşmelerden sonra kafam çok karışmaya başlamıştı. Şu an görüşmediğim ancak o tarihlerde manevi kardeşim olarak bilinen Olgun Peker, bir gün bana telefon açarak Afrika’daki FETÖ okullarında görevli öğretmen ve yöneticilerin Türkiye’de olduklarını ve tanışmak için ziyaret yapmak istediklerini söyledi. Ben de Olgun Peker’e, Mustafa Ok’tan öğrendiklerimi anlattım. Bunların benim kafamı karıştırdığını, eğer Mossad’ın cemaat üzerinde bu kadar etkisi varsa bunların birleşik Türk devletlerinin kurulması gibi bir ideolojiye katkı sağlamalarının mümkün olmayacağını söyledim. Bu kadar rahat davranmamın sebebi güvenli hat olarak bildiğim telefondan görüşme yapmamdı.

“Tapelerde Mossad-Hablemitoğlu konuşmaları yoktu”

Bu telefondan 2-3 ay sonra komik bir suçlama ile gözaltına alındım. Benimle aynı ilkokulda okuduğunu ve sağ kolum olduğunu iddia eden bir şahsın ifadesi üzerine gözaltına alındım. İşin komik yanı, suç örgütü davasında benden başka sanık da tanık da mağdur da yoktu. Sadece ifade verip itirafçı olmak istediğini söyleyen sözde ilkokul arkadaşım, bir de ben vardım. Nöbetçi hâkimin huzuruna gelince ‘zaman kaybetmeyelim nasıl olsa prosedür olarak bulunuyorum, siz tutuklayın cezaevine gideyim’ dedim. Ancak bana ters davranmasına rağmen hâkim dosyayı 3-4 saat okudu. Bu sırada sözde itirafçı şahıs bayılıp hastaneye gönderilince bu şahsın hastanede yapılan tetkiklerinde kanında değişik bir ilaç çıktı. Bunun üzerine hâkim bey beni serbest bıraktı ancak ertesi gün savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verildi ve cezaevine girdim. Avukatım çalışmalarını hızlandırıp telefon tapelerine önceden ulaşıp cezaevine bana yolladı. Güvenli hat olarak bildiğim telefonlarımın dinlendiğini de orada öğrendim. Olgun Peker ile bir önceki ve bir sonraki yaptığım görüşmelerin tapeleri varken, Mossad ve Hablemitoğlu’nun geçtiği konuşmalar dinleme kayıtlarının içinde yoktu.


 
Doğu Perinçek yönetimindeki Aydınlık Dergisi, cinayetten dört gün sonra, 22 Aralık 2002’de yayımlanan sayısında “Cinayette Mossad-Fethullah hattı” kapağıyla çıktı

‘Yurtdışından getirilen Mossad tetikçisi’ iddiası

Cezaevinde 4-5 ay kaldıktan sonra Necip Hablemitoğlu’nun suikast yapılıp şehit edildiğini öğrendim. Bu ruh dünyamda ciddi bir karışıklığa yol açtı. El altından Mustafa Ok ile irtibat kurdum, kendisi de çok üzülmüştü. Ondan öğrendiğime göre, olayı yapan kişinin yurtdışından getirilen Mossad tetikçisi olduğunu, bu kişinin yakalanmamasıyla ilgili organizasyonun da o dönem istihbarat dairede görevli üst yetkililerin yaptığını söyledi.

Suikast olayından sonraki günlerde tahliye oldum ancak FETÖ’nün şahsıma düşmanlığı devam etti. 2004 yılında Kelebek operasyonu kapsamında komik suçlamalarla gözaltına alındım ve bu dosyadan ceza aldım. Cezam bitip tahliye olmak üzereyken bu defa Ergenekon’a dahil edildim. Ergenekon duruşmalarında yargılanırken annemin vefatı üzerine cenazeye gitmek için izin istedim, diğer sanıklara birinci derece yakınları öldüğünde izin verdikleri halde bana vermediler.

Mayıs 2003’te 57 yaşındayken hayatını kaybeden ‘Komando’ lakaplı Mustafa Ok

“Bu konuşmadan sonra akıl almaz düşmanlıkların hedefi oldum”

Bunun dışında kendisiyle ilgisi olmadığını öne sürdüğü çok sayıda konu nedeniyle yargılandığını, yasa dışı birçok muameleye maruz kaldığını iddia eden Peker, “Rahmetli Mustafa Ok’tan Hablemitoğlu’nun paralel yapıyla ilgili yaptığı çalışmaları ve Mossad ile bu yapının ilişkilerini telefonda konuşmam neticesinde anlattığım gayrı kanuniliklerle, akıl almaz düşmanlıklarının hedef oldum bu olayların hepsi Olgun Peker ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra kronolojik sıra ile başıma geldi” dedi.

Cinayetten 13 yıl sonra istenen bilgiler

Sedat Peker, ‘Komando’ lakaplı Mustafa Ok’un söylediklerine dayanarak Mossad’ı işaret ediyordu, ancak savcı Necip Cem İşçimen daha yakındaki bir hedefe odaklanmıştı.

2015 yılının son günlerinde cinayet dosyasını bir kez daha incelemeye alan Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili İşçimen, yaptığı ön hazırlık sonrasında soruşturmada eksik kalan bazı verileri tespit etti.

Hablemitoğlu cinayeti dosyasını raftan indiren dönemim Ankara Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen

 

İşçimen, eksiklerin giderilmesi amacıyla oluşturduğu ön raporla beraber Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne talimat yazısı gönderdi. Başsavcı Vekili İşçimen’in Emniyet’te gönderdiği talimat yazısında tamamlanması istenilen eksiklikler şöyle yer aldı:

* Kriminal Polis Laboratuvarı’nda incelemesi yapılan boş kovan ve mermi çekirdeğinin akıbetinin araştırılması,

* Maktulün olay günü bulunduğu muhtemel yerler olan Ansera Migros satış mağazası, araç sigortalarını yenilediği Zorlu Sigorta Acenteliği yakınında bulunan baz istasyonunun olay gününe ait kullanılan numaraların ilgili kurumlardan tespit edilmesi ve ikametinin bulunduğu sokakta / yakınında bulunan baz istasyonlarını bir ay öncesine kadar kullanan numaraların tespit edilmesi ve analiz edilmesi,

* Maktulün olay gününe kadar altı aylık telefon görüşmelerinin ilgili kurumlardan temin edilerek kimlerle görüştüğünün tespit edilmesi,

* Olay günü ve öncesine yakın tarihlerde çalıntı araç ve çalıntı araç plakalarını tespit edilmesi,

* ABD Büyükelçiliği personelinin ikamet ettiği lojmanlar çevresinde görev yapan güvenlik görevlilerinin 18 Aralık 2002 günü ve öncesinde şüphelendikleri ve sorguladıkları araç plakaları ve şahıslar hakkında çalışma yapılması,

* Durmuş Anuçin isimli şahsın hangi cezaevinde olduğu, cezaevinde kimlerle görüşmüş olduğu, olay günü ve öncesinde şahsın kullanmış olduğu telefon numaralarının ve kimlerle görüştüğünün tespit edilmesi,

*Olay günü bir hafta öncesinde ve bir hafta sonrasında ilimizde konaklayan yabancı uyruklu şahıslar hakkında çalışmaların yapılması ve şahısların yurda giriş çıkış kayıtlarının araştırılması.

Savcılıktan bilgi vermeyen emniyet istihbaratına uyarı

Soruşturmanın ilk aşamasında yapılması gerekenler yapılmamış ve 13 yıl sonra bir savcı, cinayet yeni işlenmiş gibi bu işlemlerin yapılmasını talep etmişti.

Savcılık, bir yandan Ankara Emniyeti ile çalışırken, diğer yandan da kimi bilişim kayıtlarının incelenmesi konusunda Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkanlığı’yla mesai yürüttü.

Soruşturma çerçevesinde savcılık eksik olarak gördüğü söz konusu döneme ilişkin GSM telefonlarının izinin sürülmesi amacıyla Telekomünikasyon Başkanlığı’ndan mahkeme kararı üzerinden dijital verileri talep etti.

Ardından savcılık, HTS ve CD-R (HTS ve baz istasyonlarından alınan verilerden çok daha detaylı arama kaydı verilerini içeren CD-R, ‘Call Detail Record | Çağrı Detay Kaydı’ kelimelerinin baş harfleriyle kısaltılmışı) olarak teknik tanımı yapılan verileri özel harici ana bellek içinde EGM İstihbarat Başkanlığı’na teslim etti. Savcılık, İstihbarat Başkanlığı’ndan verilerin incelenmesi için özel ekip oluşturularak soruşturmaya esas olacak değerlendirme raporunun hazırlamasını istedi.

Savcılığın amacı cep telefonlarına ait dijital veriler üzerinden cinayeti aydınlatmak için aranan yeni delillere ulaşmaktı.

Savcılık, içinde dijital veriler bulunan harici ana belleği -tesadüf bu ya- 15 Temmuz 2016 günü gündüz saatlerinde teslim etti. Gülen cemaatine yönelik farklı adli soruşturmalar yürütülüyordu ancak henüz başarısız darbe girişimiyle ilgili bilinen bir belirti yoktu.

Darbe girişimi sonrasında takvim hızlı ilerledi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 16 Temmuz 2016 sabahından itibaren askeri ve sivillere yönelik olarak başlattığı darbe girişimi konusunda onlarca dosyaya bakarken aynı zamanda Necip Hablemitoğlu cinayeti soruşturmasını hızlandırmaya çalıştı.

Bu arada savcılığın veri analiz raporu istediği yazının Emniyet İstihbaratı’na gönderilmesinin üzerinden yaklaşık yedi ay geçmesine karşın beklenen yanıt bir türlü gönderilmedi.

Bunun üzerine savcılık, 24 Şubat 2017 tarihli resmi yazıyla yaşanan gecikme nedeniyle Emniyet İstihbaratı’nı uyardı. Bu uyarı yazısına bir bakıma “kulak çekme” demek de mümkün. Savcılık yazısında şu görüşü verdi:

“(…) * 18.02.2002 günü işlenen Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili başkanlığınıza teslim edilen 1 TB kapasiteli Seagate marka hard diskin içerisindeki verilerle ilgili olarak başkanlığınız tarafından bugüne kadar yapılan işlemlere ilişkin bir ön rapor düzenlenerek Cumhuriyet Başsavcılığımıza ivedi bilgi verilmesi,

* Yukarda belirtilen olayla ilgili olarak GSM operatörlerinden alınan CDR kayıtlarının incelenmesinin ne zaman biteceğinin en kısa sürede Cumhuriyet Başsavcılığımıza bildirilmesi. (…)”

Tango’dan yapılan yazışma

Savcılık, darbe girişimi soruşturmalarını yürütürken, aynı zamanda Hablemitoğlu soruşturmasını da etkileyecek önemli bir ipucuna ulaştı.

Savcılığın veri analizi yapmakla görevlendirdiği Emniyet İstihbaratı’nda ortaya çıkarılan bir olay, soruşturmanın farklı boyuta ulaşmasına neden oldu.  15 Temmuz 2016 akşamı saat 20.00 dolaylarında başlayan darbe girişimi sırasında Emniyet İstihbarat Başkanlığı’nın yönetimi de FETÖ’cü polis müdürlerince teslim alınmaya çalışılmıştı.

Darbe girişiminin önemli ölçüde bastırıldığı saatlerde, 16 Temmuz 2016 günü sabaha karşı 03.00 sıralarında İstihbarat Başkanlığı’nın Yıldızevler’deki yerleşkesi çevresinde yakalanan Haşim Türker’in cep telefonunda yapılan incelemede Hablemitoğlu soruşturmasına uzanan gelişmeler yaşandı.

Cep telefonunda yapılan ilk incelemede Tango uygulaması içinde BT adıyla bir mesajlaşma grubu oluşturulduğu görüldü. Grubun kendi içindeki yazışmalarında 15 Temmuz 2016 günü saat 12.58’de Hami kod adlı bir kişinin Hablemitoğlu soruşturmasıyla ilgili bilgi paylaştığı tespit edildi.
Sonradan gerçek adının Hamdi Özdere olduğu belirlenen kişinin, “Necip Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili 18.12.2002 öncesi ve sonrası altı aylık CDR verilerini şirketlerden istemişler. Onlar da ne var ne yok vermişler ilgili tarihler ile alakalı” şeklindeki mesajı bulundu.


Sonrasında gruptaki BT adlı ortak sohbet odasında söz konusu mesajı paylaşan kişinin Emniyet İstihbarat Başkanlığı’nda “teknik eleman” olarak görev yaptığı anlaşıldı.

Bu tespitin ardından savcılık Emniyet İstihbaratı’na gönderdiği yazıda, “Hamdi Özdere’nin başkanlığınızda teknik eleman olarak çalıştığı tespit edildiği de gözetilerek Hamdi Özdere’nin belirtilen CDR kayıtları ile ilgili araştırmada görevlendirilip görevlendirilmediği, bu kayıtlara zarar verip vermediği veya başkanlığımız tarafından konu ile alakalı dışarıya başka bir bilginin gidip gitmediği, gerekirse idari tahkikat da düzenlenerek araştırılıp sonucunun Cumhuriyet Başsavcılığımıza ivedi olarak bildirilmesi” talimatını verdi.

Hamdi Özdere, diğer sanıklarla birlikte “darbe girişimi sırasında Emniyet İstihbarat Dairesi’ni ele geçirme ve Türkiye’nin istihbarat fonksiyonunu işlevsiz hale getirme çabası içinde olmak”la suçlandığı Ankara 22 Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ‘FETÖ davası’nda Aralık 2020’de 13 yıl 4 ay hapisle cezalandırıldı.


Necip ve Şengül Hablemitoğlu


Şengül Hablemitoğlu’nun aklına takılanlar

Eşi Necip Hablemitoğlu’nu silahlı saldırıda yitiren Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, cinayet dosyasının raftan indirilmesiyle beraber bir kez daha savcılığa bilgi verdi.  Hablemitoğlu, bu kez 29 Eylül 2016’da savcılığa gitti:

“(…) Eşim o tarih itibarıyla bugün FETÖ diye bilinen örgütlü yapıyı kamuoyunda aydınlatmak istiyordu.  Bu yapının tehlikelerini ve bu yapı ile ilgili düşüncelerini kitaplarında, seminerlerinde, televizyon programlarında anlatıyordu. Bu amaçla Köstebek isimli kitabın yazım çalışmaları sırasında Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın, eşim ile Mustafa Özcan’ın görüşmek istediğini bana söyledi. Ben bunun sağlıklı bir görüşme olmayacağını, ilgili kişinin kendisinin ses kaydını alıp fotoğraflatabileceğini ve bunun ileride önüne çok kötü bir şekilde çıkabileceğini söyledim.”

Fethullah Gülen’in en yakınındaki isimlerden, firari Mustafa Özcan

“Mustafa Özcan’la görüştü mü bilmiyorum”

“Almanlar, üniversiteye baskı yaptı”

“Ayrıca ilgili Alman vakıflarının Alman Büyükelçiliği kanalıyla eşimin çalıştığı Ankara Üniversitesi’ne görevden alınması talebi ile yazı yazdıklarını biliyorum. Ankara’daki o tarihteki Alman Büyükelçisi tarafından da Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’ne eşimin görevden alınması yönünde sözlü talimat verildiğini öğrendim.

“Abdullah Gül ile görüştürmek istediler”

Mustafa Özcan’la Halil Şıvgın’ın 18 Aralık’ta eşimin öldürülmesinden önce eşimle bir temas edip etmediğini bilmiyorum. Eşim ölmeden kısa bir süre önce tanıştığımız Ramazan Toprak isimli siyasetçi ısrarlı bir şekilde cenaze sonrası görüşmek istedi. Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak, eşim ile kitabın yazılışında temas etmeye başladılar. Eşim öldürülmeden altı ay önce Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak’ın aileleri ile görüşmeye başladık. Halil Şıvgın’ın eşi Hale Şıvgın eşim ile aynı üniversitede çalışıyordu. Halil Şıvgın’ın bu sebeple eşimle teması geçmiştir. Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak eşimi ısrarla Abdullah Gül ile görüştürmek istiyordu. Bildiğim kadarıyla bu görüşme 2002’nin yaz aylarının başında oldu. Bu görüşmenin içeriğini bilmiyorum.

“Takip edildik”

Olay tarihi öncesi yaz ve bahar aylarında eşim Necip Hablemitoğlu ile birlikte Çankaya Portakal Çiçeği Sokak’tan çıkıp Simon Bolivar üzerinden Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün etrafında dolanıp eve geri dönerdik. Bu yürüyüşlerimiz sırasında ikimizden birinin cep telefonu çocuklarımıza irtibat kurmak amacıyla yanımızda bulunuyordu. En son yürüyüşe çıkışımız olan, Mustafa Özcan’la eşimin görüşmesinin istendiği ve Abdullah Gül ile görüştüğü zaman dilimi içerisinde yaptığımız yürüyüşlerde izlendiğimizi fark ettik.

Hemen evimizin üst apartmanındaki boşlukta beyaz bir Doğan marka aracın içinde iki erkek şahıs oturuyordu. Yaklaşık bir saatlik yürüyüş sonunda da aynı araç ve kişilerin aynı yerde durduğunu gördük. Aramızda ‘bak yine bizi izliyorlar’ diye espri konusu yaptık.

“MİT’çiden uyarı: Canın yanacak”

Doksanlı yılların ortalarından beri ailecek görüştüğümüz MİT’te görev yaptığını ve Batıkent’te oturduğunu bildiğim T.K. ile birlikte yemeklere katıldığını biliyorum. Bu yemekler genelde Kızılay’da Göksu Balık Restoranı’nda yapılıyordu. T.K.’nın o tarihlerde MİT’te görevli bir dairenin başında olduğunu eşim bana söylemişti. O tarihlerde FETÖ ile ilgili bir birimde çalıştığını söylemişti. Genelde akşam, bazen de öğlenleri olurdu. Eşimle yapılan böyle bir öğle yemeğinde T.K. isimli kişi eşime Fethullah Gülen sebebiyle ‘Bak bunlarla uğraşıyorsun canın yanacak’ şeklinde tehditkâr bir biçimde söylemde bulunduğunu hem eşimden, hem daha sonra da görüştüğüm ve yemekte bulunan kişilerden duydum ve o tarihten sonra T.K. isimli kişinin kendisi ve ailesi bizimle iletişime geçmedi, hatta taziye de bile bulunmadı.

MİT Müsteşarı’ndan telefon

Eşimin Ankara Batıkent’te evin market alışverişini yaptıktan sonra yakın bir yerde bulunan Jandarma’nın binasının önünden Atilla isimli bir albaydan bir zarf içerisinde evrak aldığını biliyorum. O tarihte bildiğim kadarıyla bu albay, Ergenekon davasında tutuklanan Şener Eruygur’la birlikte çalışıyordu.

Ayrıca yine 2002 yılının başlarında veya hemen öncesinde eşim yazmış olduğu ve Yeni Hayat dergisinde yayınlanan ‘Milli merkezler olmadan asla’  isimli makalesinde MİT’in cemaatçilerin yurtdışında yapmış oldukları eğitim faaliyetlerine müdahale etmemesini eleştirmesi, MİT’in maaşının CIA / NGO (STÖ)  tarafından ödendiği içerikli MİT’i ve cemaatçi yapılanmanın yurtdışı faaliyetlerini eleştiren içerikli yazısı nedeniyle hemen aynı günlerde MİT Başkanı Şenkal Atasagun evimizdeki telefondan bizi arayıp ‘Böyle şeyler yazmayın. Bunları şimdi gündeme getirmeseniz iyi olur’ şeklinde şeyler söyledi.

Dost Tarikatı’ olarak bilinen, ‘Atatürkçü tarikat’ diye de anılan grubun başındaki emekli binbaşı İhsan Güven (80), öğretmen eşi Sibel Güven (41) ile birlikte, Hablemitoğlu cinayetinden yaklaşık 1,5 yıl sonra, 4 Mayıs 2004’te Tuzla’daki evlerinde öldürüldü

“Eşim, öldürülen İhsan Güven’le de görüşüyordu”

Eşim Necip Hablemitoğlu, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın danışmanlığını yapıyordu. Vakıf öğrencilere burs vermesi nedeniyle burs verdiği kişilerle ilgili yapmış olduğu araştırmalardan çıkan sonuçları biliyordu. Türkan Saylan’ın vakfı ile de anılan vakıf birlikte çalışmalar yapıyordu. Necip de Türkan Saylan ile bilgi alışverişinde bulunuyordu. Genelde bu bilgi alışverişi FETÖ ve cemaatçi yapılanma ile ilgiliydi. Bu arada FETÖ ve diğer cemaatlerle ilgili eşimin kullanmış olduğu elektronik posta adresine de bilgi içerikli mailler geliyordu.

Hatta bu mailler aracılığıyla o tarihlerde emekli albay olan ve daha sonra eşiyle birlikte evinde öldürüldüğünü basından okuduğum İhsan Güven ile de görüşmeler yaptığını biliyorum. Hatta İhsan Güven ve birlikte olduğu kişiler kendilerini ‘Dost Grubu’ olarak tanımlıyorlar.


Anılan kişinin Yalova’da bulunan yazlığına 2002 yılında yaz aylarında davet edildi. Bu davette İhsan Güven, Güven’in öldürülen eşi, Ümit Emre, şarkıcı Çelik ile buluştuğunu biliyorum. Hatta bunu fotoğraflamışlar ve bu fotoğraf da eşime ait elektronik posta adresine gönderildi. Ben de gördüm. Bu fotoğraf İhsan Güven öldürdükten sonra basına servis edildi. Eşimin çalıştığı bilgisayarda bu kayıtlıydı. Buradan alınmış ve servis edilmiş olabilir. Eşimin kullandığı ve kitabını yazdığı bilgisayarı TEM Şube tutanakla evden aldı. Bir hafta sonra da geri verdi, tutanakla geri aldım. Bu bilgisayarı eve geldikten sonra kullanamadım. Bu bilgisayar çalışmadı. Bilgisayarın hard diskini değiştirmek zorunda kaldım. Her iki hard disk de bendedir. Ayrıca Necip’in kullandığı disketlerde vardı, bunlar hâlâ duruyor. Ancak bunları polise vermemiştim. Disketleri de size getireceğim.

“Eşimin e-posta adresine ölüm tehditleri geliyordu”

Kitabın yayınlanmadığı dönemde eşimle Mustafa Özcan görüştürülmek istenmiştir, ancak herhangi bir para teklifi olmamıştır. Bahsettiğim gibi eşime ait e-posta adresine değişik kişilerden ölüm tehditleri geliyordu.

Bildiğim kadarıyla Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in, açmış olduğu Alman vakıfları ve Fethullah Gülen’le ilgili davalarda Necip’in kitaplarından ve makale çalışmalarından yararlandığını düşünüyorum. Çünkü benzer yorumlar ve tahliller bulunmaktadır. Alman vakıflarında yargılanan kişiler beraat ettiler. Fethullah davasında da yasa değişikliği nedeniyle mahkûmiyet hükmü kurulmamıştır.

Necip, her iki davada da tanık olarak dinlenecekti. Hatta 26 Aralık 2002 tarihinde Ankara DGM’de Alman vakıflarının davası görülmeye başlanacaktı.

Eşim Necip Hablemitoğlu’nun yapmış olduğu çalışmadan rahatsız olan kişiler hep problem yarattı. Eşim 1980 öncesi Adalet Partisi ve Türk -İş Sendikası’nda basın müşaviri olarak çalışmıştı. Kendisi ülkücü camiadan orada yapmış olduğu çalışmalarda fikir ayrılıkları sebebiyle ayrılmıştı. Bu nedenle belli kişiler tarafından sevilmemekte ve yaptığı çalışmalar eleştirilmektedir. (…)”

SÜRECEK… 

YAZI DİZİSİNİN BİRİNCİ BÖLÜMÜ | Hablemitoğlu Dosyası | Açılmasına katkı sağladığı altın madenine mücadele ettiği Gülen cemaati nasıl hâkim oldu, ABD ne için devreye girdi, suikast öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?

YAZI DİZİSİNİN İKİNCİ BÖLÜMÜ | Hablemitoğlu Dosyası | Hablemitoğlu’na ‘MİT’ suçlaması, var olmayan ‘altın’ belgesi ve varlığı kanıtlanamayan kurye profesör

YAZI DİZİSİNİN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ | Hablemitoğlu Dosyası: İfadelerde cinayetle suçlanan eski Özel Kuvvetler Komutanlığı mensupları hakkında yıllarca işlem yapılmadı!

YAZI DİZİSİNİN DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜ | Hablemitoğlu Dosyası | Eski ÖKK subayı Nuri Gökhan Bozkır: 2015’te dönemin İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’a bildiklerimi anlatmama rağmen resmi ifadem alınmadı!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir