Justine Triet, psikolojik gerilimine iki kadının yüz planlarıyla başlar. Yazar Sandra, bir kadın öğrenciyle söyleşi yaparken üst kattan rahatsız edici bir müzik sesi gelir, konuşmak imkânsızdır. Sandra gibi yazar olan kocası Samuel müziğin sesini iyice yükseltir.
Sandra söyleşiyi erteler, öğrenci evden ayrılır. Çiftin görme engelli oğlu Daniel köpeğini gezdirmeye çıkar. Döndüğünde evin önünde babası hareketsiz yatmaktadır. Sandra Samuel’i öldürmekten suçlanır. Triet, Bir Düşüşün Anatomisi için Otto Preminger’ın klasiği Bir Cinayetin Anatomisi’ni (1959) referans almıştır. Filmde üç ayrı düşüş vardır: Samuel’in ölümüne neden olan fiziksel düşüş, mutlu bir aile sanılan çiftin mutsuzluk, şiddet yüzünden duygusal düşüşü, yargı tarafından didik didik edilen Sandra’nın psikolojik düşüşü.
Bu yıkıcı katmanları tanımlamak için yönetmen soğuk, metodik bir yaklaşımla yargı ve yasın karşısında insanın gerginliğini başarıyla yansıtır. İzleyiciyi ağır, baskın, boğucu bir atmosferin, gerçekliğin içine sokar. Duyarsızlık, güçsüzlük içinde bocalayan Sandra masum mu yoksa suçlu mudur?
ADALET TİYATROSU
Sandra içsel çatışmasını sessiz, minimalist biçemde yaşar. Jürinin gözünde o Samuel’den daha güçlü, kibirli, bağımsız, biseksüel bir kadındır. Mahkemede tartışılan olaylar tüm karmaşıklığına karşın salt gerçeği yansıtmazlar, anlatı ve ifade biçimi, seçimi, uydurmayı da barındırır. “Mahkeme aslında bir tiyatrodur, dava her şeyden önce bir kurgudur” der Triet. Dava filmlerinin tüm filmsel kodlarını kullanır: sabit planlar, simetrik çizgiler, zoomlar, kontrplonjeler, kamera hareketleri. Justine Triet’nin senaryosunu yazıp yönettiği, Sandra Hüller, Swann Arlaud, Milo Machado Graner, Samuel Theis’in oynadığı Bir Düşüşün Anatomisi gösterime girdi.
DÜNYAYI İNSAN İYİLEŞTİRİR
Japon animasyoncu Hayao Miyazaki, Rüzgâr Yükseliyor’dan sonra gözleri iyi görmediğinden ve romatizmadan ötürü emekli olduğunu açıklamıştı ama 2023’te Çocuk ve Balıkçıl’ı hazırladı.
Tüm enerjisini yansıttığı, geleceğin genç sanatçılarına özellikle torununa adadığı bu fantastik animasyon, ustanın artistik mirası niteliğinde. Görsel, şiirsel şölende Mahito, annesini yitirdikten sonra 2. Dünya Savaşı’nda babasıyla birlikte Tokyo’yu terk edip kırsala yerleşir.
Yeni yaşamında bocalayan Mahito’ya gri balıkçıl annesinin yaşadığını söyler. Gerçeklerle yüzleşmek için Mahito tıpkı Alice gibi tinsel sınavlardan geçer. Fauna ve floralarla dolu görüntüler Claude Monet’nin, Henri Rousseau’nun tablolarını anımsatır. Yoshiro Genzabuno’nun Nasıl Yaşarız?, Lewis Carroll’ın Alice Harikalar Diyarında, John Connolly’nin The Book of Lost Things’inden esinlenen Miyazaki, ergenlikten yetişkinliğe geçişi, paralel dünyalarda zaman, yaşam ve ölümün rastlantısal olduğunu, doğaya saygıyı, animizmi, “shanto”yu (Doğa bütündür, doğadaki her varlığın ruhu vardır), savaşı benzersiz anlatımıyla irdeler. Ayrıntılar, çevre sesleri, müzik etkileyicidir. Dünyayı daha ahenkli, güzel, huzurlu, verimli yapmak insanın elindedir, der Miyazaki.